Hayata Dair Bir Kaç Satır Aralamak
Okumayı ve yazmayı
öğreten Rahman ve Rahim’in adıyla. Gecenin ve gündüzün birbirleriyle muazzam oyunu
içinde, ahenk içinde olan şu kâinat ve bizler kendi yörüngelerimizde
yüzeduralım. Gece ve gündüz orda kapışa dursun. Bizde hayata dair izlenimlerimizi
yazalım. Bu dolambaçlı yollar arsında o kadar yoruluyoruz ki sanki kör bir
düğüm atılmış dillerimize. Öyle susuyor, susuyor, susuyoruz. İnsanlığımızı
unutmuş gibiyiz. Birbirimize bu kadar muhtaç iken neden susarız ki?
Başkaları
gülümsemekle meşgul iken bizler neyi düşünüyoruz? Bu dalıp gitmeler neden? Bu
kısır döngü içinde sıkıldınız mı yoksa? Hemencecik pes edecek gibi
görünüyorsunuz. Altı yönünüz harap, hayaller harap, iki asır harap. Daha on sekizinde
yaşlanmış yüzler, hayata küs yorgun bedenler, kara kara düşünen minik
bedenlerle, büyük adımlar atan fakat fazla yol kat edemeyen körpe fidanlar var
elimizde.
Hayret etmek lazım o küçük bedenlere giydirdiğimiz
büyük günahlara. On sekizinde körpe bir fidan, iki asrın tanığı, “hiç
ölmeyecekmiş gibi yaşayıp, hiç yaşamamış gibi ölmek” derler ya. 20. 21. Yy., uzay çağı, bilgi çağı diyorlar da,
acaba gelişen dünya kadar gerileyen bir dünyadan bahsedebilir miyiz? Bu kadar
kısa bir ömür üzerine oynanan oyunlara, kurulan büyük hayallere ne demeli peki?
Dünyevi bir değer, bir çıkar uğruna bu
masum bedenleri simsiyah gecelerde yormaya değer mi? Onca maske yüzümüze bakarken doğruları
söyleyebilir miyiz? Hayret emek lazım o küçük bedenlere giydirdiğimiz büyük
günahlara. Üstümüzde o kadar baskı varken garip sesler çıkarmanın bir manası
var mıdır? Her şey üstümüze üstümüze geliyor deseniz şuna. Bu karmaşa
içerisinde hangisine tam bir bilinçle cevap vereceksiniz ki . Hepsini tozlu
yalanlarla aldatmak zor olmayacak mı? Bu çılgın koşuşturmalar içerisinde
tutsaklaşan bedenlerimizin yanında bir özgürleşen kalemimiz var o kadar. Başkada
bir şey yok . Gel gelelim bu koşuşturmacanın başına, başlangıcına.
Hayatın başlangıcına doğru birkaç satır
aralayalım. Bazı gerçekler vardır. Başta değişmeyen mutlak doğrular mesela.
Elimizde olmayan ama sonradan şekillendirebileceğimiz bize ait olmayan doğrular. Daha biz anne karnındayken
başladı bu gizli serüven. Hangi dine mensup olacaktık, dinimiz, dilimiz,
rengimiz nasıl olacaktı. Sarayları andıran köşklerde mi açacaktık gözlerimizi
yoksa tek gözlü bir evde mi? Öyle ya da böyle gelecektik işte. Bu karmaşa dolu
dünyanın içine. Ya bir cami avlusuna ya da kimsesiz bir sokak ortasına
bırakılacaktık. Doğru veya yanlış gelecektik, düşecektik işte içine dünyanın.
Acemi acemi attığımız adımlara dünya dur diyecekti. Biz duracaktık.
Durduk. Daha kırkımızı doldurmadan
anladık dünyayı. Acaba ilk hevesli anne baba deyişlerimiz. Yarın ne hal
alacaktı. Altı ay sonra bal gibi tatlı gelen süt acı mı gelecekti bizlere? Hayır,
o sıcak, hayır o tehlikeli, hayır yapma, hayır hayır, hayır… Gibi sözlerle mi
anlayacaktık dünyayı yoksa bire bir deneyerek mi? Hayatımızı dönüm noktaları
ile geçiririz. Hayat bize o kadar ders verir ki. Öncekinden ders alıp sonrakine
sağlam adımlar atmayı o kadar çok öğretir ki…
Hayata dair ilk derste görüşmek dileğiyle Allaha emanet olun. Selam ve
dua ile.
Yorumlar
Yorum Gönder