Günübirlik Karadeniz Turundan Notlar
İlk gezi yazıma süslü cümleler ile başlamak istiyordum. Fakat
yazının devamından böyle cümlelere gerek kalmayacağını düşünerek vazgeçiyorum
bu fikrimden. Diyarbakır’daki birkaç işimi hallettikten sonra büyük otogara gitmek
üzere hemen kendimi bir dolmuşun içine attım. Yıllardır yakından tanıdığım
Hakkı kardeşimin : “Abi müsait bir zamanda gel, seni bekliyorum birazcık
buralarda gezelim.” sözleri kulaklarımda çınlıyordu. Nasıl olsa okul dönemi
boyunca yoğunluktan kafamı kaldıramıyorum diyerek Karadeniz tarafına gitmeye
karar verdim. Karar ki ne karar hiç hazırlığım yoktu.
Bir yandan tereddüt yaşarken fırsat bu fırsat diyordum. Otogarda
yaklaşık 4-5 firmaya Karadeniz’e gitmek için bilet sordum. Mevsimlik işçilerin
çalışma sezonu olacak ki hiçbir arabada boş koltuk bulamadım. Umutlarım
tükenmeye başlamıştı. En son sorduğum firmadan ayrılırken biri arkamdan
seslendi. “Ağabey, ağabey! Şimdi bir koltuk boşaldı eğer gideceksen hemen
ayarlayalım” cümlelerini
kullanırken içime yeniden bir ferahlık geldi 40 ’C Diyarbakır sıcağında.
Normalde 13 saat süren otobüs yolculuğu yaptığım aktarmalarla
yaklaşık 19 saati buldu. Anadolu ile Karadeniz’i ayıran dağları aştıkça havanın
serinliğini ve ciğerlerinizi açan berraklığı hissetmemeniz imkânsız… Hava
ciğerlerinize dolmaya başladıkça siz Karadeniz’e bağlanmaya başlıyorsunuz… Uzun
bir süre kalmaya gelmedim aslında. Biraz keşif yaptıktan sonra en kısa zamanda
tekrar gelmeyi planlıyorum.
Samsun üzerinden gittiğimiz için Samsun, Ordu ve Giresun şehir
merkezlerini görme fırsatım oldu. Dağların denize paralel uzanışından dolayı
şehir merkezleri hep kıyıya taraf toplanmış. Bizim bölgemizde birilerinin
bahçesinde birkaç ağaç gördüğümüz zaman ulvi bir temaşa ile bakmaya
doyamıyoruz. Ama burayı gelip görün ki asfalt yol ve bina haricindeki her şey
yeşilin tüm tonlarıyla kaplanmış. Böyle bir ortamda insanın ömrü uzar desem
yeridir. Fırsatım olursa Karadeniz’in diğer kentlerini başka seyahatlerde
yazmaya çalışacağım. Onun için Giresun’a giriş yaparak hemen Tirebolu’ya gitmek
istiyorum, Hakkı Kardeşim beni orada bekliyor çünkü.
500 yüz bine yakın nüfusu ile Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yer
alan Giresun’dan geçiyoruz şimdi. Karadeniz’in her yanı gibi burasıda yeşille
mavinin kucaklaştığı kentlerinden biri. Diyarbakır deyince akla karpuz
gelmesini istemediğim gibi aynı nitelemeyi Giresun’unun fındığı için yapmak
istemiyorum. O kadar güzellik var ki… Neredeyse 100 metrede bir yerden su
fışkırıyor. Yol kenarlarında bulunan çeşmelerden akan sularla biraz daha ferahlıyor
içiniz.
Karadeniz demişken Yerli Çayı geldi hemen aklıma. Bizim yörede
neredeyse kimse içmez yerli çayı. Otururlar kaçak çay, kalkarlar kaçak çay. Ben
şekeri bırakmamdan bu yana yerli çayı içmeye başladım. Aslında halktaki algı şu
"Türkiye iyi çayı ihraç ediyor" Marketlerde satılan çayında en kötü
çay olduğunu sanıyor... Babam oraya gidersen bize çay getir dedi. Öylede yaptım
sadece Tirebolu marketlerinde bulabileceğimiz Tirebolu 42 çayından
götürdüm. Size tavsiyem içine ne katıldığı bilinmeyen kaçak çayları
içmemenizdir.
Tarihi kayıtlarda üç şehrin birleşmesiyle oluştuğu belirtilen
Tirebolu'ya Giriyoruz yavaş yavaş Hakkı kardeşimle... Yamaçlardaki evleri
gördükçe gezip görmeye
değer yerlerden biridir diyorum Tirebolu. Denizin kıyısında mahzun bir
kale ve Rumlardan kalma
eski evleri var. Sevimli bir sahil kasabası kısacası...
Tirebolu Kalesi’ne ve çevresindeki mekânlara hızlıca girip
gezerken Osmanlı dönemine ait mezar taşları bulmanız mümkün. Denize karşı
Tirebolu çayını içerken güneş ufuktan terk ediyor bizi. Giresun’a has bir pide
varmış arkadaşlarım bizi doğruca, samimi bir o kadar sevecen bir dayının dükkânına
götürdüler. Tereyağı ile yapılmış pidenin tadı hala damağımda diyebilirim.
Zamanımız kısıtlı olduğu için sadece keşif yapabildik zamanı
olanlar için Giresun’da gezmesini
önereceğim yerler şunlar; Kümbet,
Kulakkaya, Bektaş yaylaları, Giresun Kalesi ve Giresun Müzesi, Tirebolu ve
Espiye ilçeleri.
Yorumlar
Yorum Gönder